TÜRKKAB BULUŞMALARI 10

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Programı
ATATÜRK’Ü ANLAMAK
Sunuş
Dr. Öğr. Üyesi Dilara Uslu (Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi)
Konuklar
Bir Asır Sonra Atatürk’ün İzinde
Prof. Dr. Enis Şahin (Sakarya Üniversitesi)
Atatürk ve Türk Gençliği
Demet Güngör (İngilizce Öğretmeni)

102. YILINDA MİLLİ MÜCADELE VE ATATÜRK

Doç. Dr. Münevver Ebru ZEREN

Türk tarihindeki en çetin milli bağımsızlık mücadelesini bundan tam 102 yıl önce başlatan ve bağımsızlığına kavuşturduğu milletini ülkesinde tek hakim güç kılmak için Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Ulu Önderimiz Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, her zaman olduğu gibi, bu seneki 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nda da sonsuz bir sevgi, saygı, minnet, özlem ve rahmetle  anıyoruz. Ne mutlu ki milli ve evrensel değerlere dayanan ilkeleri ve inkılapları ile, yalnızca Türk milletinin değil, dünya milletleri ve liderlerinin derin bir saygı ile andıkları üstün niteliklere sahip olan; bize daima akıl ve bilim rehberliğinde ilerlemeyi salık veren; kurduğu Cumhuriyetin temellerini yüksek Türk kültürüne dayandıran; çocukları, kadınları, gençleri ve köylüleri baş tacı eden eşsiz bir lidere sahibiz ve onun gösterdiği yolda ilerlemeye and içmişiz… Ulu Önderimiz Atatürk başta olmak üzere Atatürk’ün silah arkadaşlarının, Milli Mücadele sırasında kaybettiğimiz tüm şehitlerimizin ve gazilerimizin haklarını ödeyemeyiz, ruhları şad olsun…

102. yılını kutlama şansına erdiğimiz bu tarihi günlerde Milli Mücadele’nin niçin dünyada eşi benzeri olmayan bir Bağımsızlık Savaşı olduğunu tekrar hatırlamamız ve vurgulamamız gerekiyor. I. Dünya Savaşı’nı Almanya’nın yanında yenik bitiren Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzalaması; ülkenin askeri gücünü, ulaşım ve haberleşme sistemlerini, ekonomik kaynaklarını kullanılamaz hale getirmiş ve vatanın işgaline resmi bir dayanak hazırlamıştı. Kasım 2018’de Musul ve Halep’in İngilizler’e bırakılmasının ardından 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıkmışlardı. Yurdun güney, doğu ve güneydoğu cephelerinde bir çok şehrimiz İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Azınlıklardan Yunanlılar’ı coşkuyla karşılayan Rumlar’ın yanı sıra Ermeniler ve Kürtler de İtilaf Devletleri’ni bağımsız bir devlet kurma hayali için desteklemişlerdi. Cephede yer almamakla birlikte siyasi toplantı ve anlaşmalarda aktif olarak yer alan Amerika’yı ve Bolşevik ihtilalinden sonra Osmanlı ile barış anlaşması imzalayarak çekilen Rusya idaresinden kurtulan Ermenistan ve Gürcistan’ı da sayarsak Türk milletinin Milli Mücadele’yi tüm yurt sathında “yedi düvele” karşı yürütmesinin dünya tarihinde olağanüstü bir durum olduğunun altını çizmemiz gerekmektedir.

İtilaf devletlerinin Anadolu’yu işgale başlamasıyla birlikte padişah ve hükümetten umduğunu bulamayan Türk milleti “Kuva-yı Milliye” birlikleriyle bölgesel direnişlere, millet ve memleketin hukukunu korumak için kurulan milli cemiyetler ile faaliyetlere başlamıştı.  Ancak bu tepkiler henüz topyekün milli bir teşkilat olmaktan uzaktı. Bu kahraman ordu-milletin şartlar ne olursa olsun  Milli Mücadele’yi kazanacağına inanan ve bu uğurda her şeyi göze almaya hazır olan Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa, Yunan işgalinden 1 gün sonra padişah tarafından Anadolu’da azınlıklara karşı taşkınlık yaptığı öne sürülen Türkler’i yatıştırmak için 9. Ordu Müfettişi  olarak Samsun’a çıkmak üzere görevlendirildiğinde nihayet beklediği fırsatı bulmuştu. İşte Türk tarihinde bir dönüm noktası olan 19 Mayıs’ın Türk tarihi için önemini belki en iyi anlatan Mithat Cemal Kuntay’ın şu dizeleridir:

Bazı biçaredir sıfırlardan

En müselsel asırların sayısı

Bazı bir günde bir asır vardır

Mesela Türk’ün 19 Mayıs’ı”

Milli Mücadelemizi diğer ülkelerin bağımsızlık savaşlarından farklı kılan önemli bir unsur da mücadelenin milletin hukukunu düşmana karşı korumayan ve teslimiyetçi bir tutum izleyen padişah ve hükümetine rağmen yürütülmesidir ki, bu da Mustafa Kemal Paşa’nın yüksek dehası sayesinde siyasi ve hukuki bir zemine oturtulmuştur. Onun yayınlandığı genelgeler ve topladığı kongreler neticesinde milletin seçtiği temsilciler ile önce Temsil Heyeti, meclisin açılışından sonra ise Ankara hükümeti oluşturulmuştur. Misak-ı Milli’nin İstanbul hükümeti tarafından kabul görmesi, İtilaf Devletleri’nin Ankara hükümeti’ni görüşmelere dahil etme ve onunla uzlaşma çabaları atılan adımların ne kadar başarılı ve isabetli olduğunu göstermektedir.  Milli cemiyetler tek çatı altında birleştirilirken askeri mücadele zemininde ise düzenli ordunun kurularak Kuva-yı Milliye’nin yerini alması İnönü Savaşlarında kazanılan zaferlerle meyvelerini vermiştir. 

Milli Mücadelemizi eşsiz kılan diğer önemli unsurlardan biri de içinde gerçekleştiği olumsuz şartlara rağmen tarihi bir zaferle sonuçlanmış olmasıdır. Millet alabildiğine yoksul, Çanakkale Savaşlarında olduğu gibi tamamen donanımlı İtilaf kuvvetlerine karşı savaşan Türk askeri yiyecek, giysi ve cephaneden yoksun idi.  Yunanlılar’a karşı kaybedilen Kütahya-Eskişehir Savaşları’ndan hemen sonra, Sakarya Meydan Savaşı’ndan önce Mustafa Kemal Paşa Başkomutan olarak meclisten olağanüstü yetki istemiş ve  7-8 Ağustos 1921’de Tekalif-i Milliye Kanunu’nu çıkartmıştır. 

Tekalif-i Milliye Emirleri’ne göre; Her ilçede bir Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak, Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek; her aile birer takım çamaşır, birer çift çorap ve birer çarık verecek, karşılığı daha sonra geri ödenmek üzere halkın elindeki yiyecek ve giyecek maddelerinin yüzde kırkına el konulacak; yine tüccarların elindeki her türlü giyim eşyasının yüzde kırkına el konulacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek; her türlü makineli aracın yüzde kırkına el konulacak; halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının yüzde yirmisine el konulacak; sahipsiz bütün mallara el konulacak; tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak; halkın elindeki araçlar, ordu ihtiyaçları için her ay 100 km taşıma yapacaklardı. Bu fedakarlıklar neticesinde Sakarya Meydan Savaşı’nda 10 Eylül 1921 tarihinde başlayan Türk genel karşı taarruzunda Duatepe düşmandan ilk kez geri alınmış; Türk’ün makus talihi burada yenilmiştir.

Artık bu zaferden bir sene sonra 30 Ağustos 1922’de sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Lozan’a, bağımsızlığa ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna uzanan yol açılmıştır. Büyük bir iman ve emekle kazanılan Türk Milli Mücadelesi, emperyalist güçler altında ezilen tüm mazlum milletlerin ümidi ve itici gücü olması hasebiyle de tarihteki eşsiz yerini kazanmıştır.

19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan Milli Mücadele’yi böylece özetledikten sonra Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutladığımız bu günde Atatürk’ün Türk Gençliği hakkındaki düşüncelerinden kısaca bahsetmek istiyoruz. Atatürk döneminde olduğu gibi günümüzde de devletimizin, milletimizin geleceği gençlerimizin elindedir. Onlara sağlayacağımız refah yaşam şartları, vereceğimiz milli, laik eğitim ile kazandıracağımız milli ve evrensel değerler Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesidir, güvencesi olacaktır. Ancak Atatürk’ün çoğu zaman doğrudan hitap ettiği “Gençlik” ile kimleri hedef kitle olarak gördüğünü iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Türk düşünce dünyasını çok iyi tanıyan ünlü felsefe profesörümüz Mübahat Türker Küyel, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nca görevlendirilerek 15 Kasım 1985 Cuma günü Ankara Fen Lisesinde verdiği konferansta bu konuya değinmiş ve bu konferans metni Erdem dergisinin Ocak 1986 (C.2, S.4) sayısında yayınlanmıştır.

M. Türker Küyel’e göre biyolojik ve insanı diğer canlılardan ayıran bir özellik olarak toplumsal bir varlık olan insanın gençliği de bu iki boyutta ele alınmalıdır. Gençlik, insanın akıllanmaya başladığı, onu diğer canlılardan ayıran kültür ve uygarlığını tanıdığı, ona sahip çıktığı ve yüce değerler edindiği bir dönemdir. Türker Küyel bu konuya şöyle değinmektedir:“Bu bakımdan genç demek, her zaman, ergen demek, yeni yetme veya delikanlı demek değildir. Genç demek toplumsallaşmış kişiler arasında, yaşı her ne olursa olsun, yüce değerlerin birer gölge varlık değil, gerçek varlık olduklarını kabul eden, onları benimseyen, onlar yolunda “mihnet’’ çekmeye, emek vermeye hazır olan demektir.” Ayrıca hikmet kitabımız olan Kutadgu Bilig’de “yaşı yiğit” olarak nitelenen aklın vasıflarından birinin “gençlik” olduğunu, onun daima “genç” kalan bir yeti olduğu da belirtilmiştir. Aklı bir yana bırakmak, yüce değerleri unutmak, insanlıktan çıkmak ölmek demektir. Nice 19 Mayıslar’a bu bilinçle erişmek ve hep “genç kalmak” dileklerimizle yazımızı kıymetli hocamızın konferansının son sözleriyle bitirelim:

“Atatürk, bu genç, ama, büyük adam, bu genç, ama, ulu kişi, bu Genç Ata “Beni unutmayınız” diyor. Onu unutmak ne mümkün? Onu unutmak kendini unutmaktır; onu kaybetmek kendini kaybetmektir, yok olmaktır. Onu unutmamak kendini bulmaktır, var olmaktır, ölümsüzlüktür, gençliktir.”

Başa dön